Günümüzün en önemli sorunlarından biri olan uyuşturucu bağımlılığı yayılmaya devam ediyor. Konuyla ilgili açıklama yapan sosyolok Kolukırık, uyuşturucunun toplumun genelini ilgilendiren sosyolojik bir sorun olduğunu söyledi.
Bonzai isimli sentetik uyuşturucunun yaygınlaşması ile birlikte bağımlılık konusu Türkiye gündeminde önemli yer teşkil etmeye başladı. Isparta’da geçtiğimiz aylarda il merkezinde bir kişinin sentetik uyuşturucu aldıktan sonra aracında hayatını kaybetmesinin ardından Büyükkabaca Kasabasında da bir kişinin uyuşturucu nedeniyle hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Doç. Dr. Suat Kolukırık’ın kaleme aldığı Genç Kimliği Ve Madde Bağımlılığı başlıklı makalesinde “Genel anlamda değerlendirildiğinde bağımlılık ve bağımlılıkla bağlantılı sorunların psikoloji ve tıp bilimi tarafından ele alındığı görülmektedir. Bu yaklaşım kabul edilebilir olmakla birlikte sosyolojinin bağımlılık ve bağımlılığı oluşturan koşullar ve çözümü konusundaki yaklaşımı da dikkate alınması gereken bir noktadır” diyerek bağımlılığın toplumsal temellerine işaret ediyor.
TOPLUMSAL BİR SORUN
SDÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Suat Kolukırık bağımlılık konusunu ele aldığı makalesinde “Gençlik dönemi, kimliğin şekillenmeye başladığı ve yoğun olarak gencin “kendini tanıma” ve kim olduğu üzerine düşündüğü bir dönemdir. Bu dönemde aile, toplumsal ortam ve çevreyle kurulan ilişkiler önemli rol oynar. Özellikle kurulan ilişkilerin niteliği, iletişim biçimi ve hedeflenen amaçlar genç kimliğinin oluşmasına katkıda bulunur. Yaşanan bu süreç içerisinde bağımlılık bir ‘değer” ya da ‘çaresizlik’ sonucu genç kimliği üzerinde kendini hissettirebilir” diyerek uyuşturucu kullanımının sosyolojik bir değerlendirmesini yapıyor.
İLK GENÇLİKTE YAŞANAN BUNALIM
Makalenin giriş bölümünde bağımlılığın nasıl başladığı ve nelerin etken olduğu şöyle ele alınıyor. “Bağımlılık, bireyle nesnesi arasında kurulan ve bir süre sonra bireyin özerkliğini ve özgürlüğünü ortadan kaldıran süreç olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle bağımlılık ya da madde kullanımı, bireyin kendisini köleleştirdiği ve tek tipleştiği durum olarak da düşünülebilir. Bağımlılık durumunda bir maddenin yaşamı ve sağlığı olumsuz etkilemesine karşın kullanımının devamı ve madde alma isteğinin durdurulamaması söz konusudur. Bağımlılığın terk edilmesi durumunda bile, bazı anlarda geçmişi arzulama hali yaşanabilmektedir. Bağımlılık her yaşta karşılaşılabilecek bir olgu olmasına rağmen, yoğun olarak gençlik sürecinde karşılaşılan bir özellik taşımaktadır. Zira gençlik dönemi psikososyal kimliğin kazanıldığı önemli bir yaş aralığıdır. Yaşanılan sosyal çevre karşısındaki her türlü yeni uyum süreci, farklı kargaşa ortamlarının doğmasına yol açabilir. Kimlik karmaşası yaşayan genç ailesinin ve toplumun onaylamadığı rolleri sergileyebilir. Genç açısından yeni süreçteki belirsizlik hali, kararlı olamama ve bir kez deneme girişimi bağımlılığın da başlangıcını oluşturabilmektedir.”
SOSYAL ÇEVRE ÖNEMLİ
Madde bağımlılığının etkili olduğu gençlik döneminde sosyal çevrenin önem taşıdığına dikkat çeken Kolukırık “Bağımlılık sürecinde genç bazı durumlarda içine kapanabilmekte ve yüzeysel ilişkiler kurarak insanlardan kaçabilmektedir. Dikkat toplayamama, çalışma yeteneğini yitirme ve hedeflerden uzaklaşma bunlardan birkaçıdır. Genç açısından yakın insan ilişkilerinden kaçınma ve benliklerini yitiriyormuş duygusuna kapılma önemli belirtiler olarak sıralanabilir. Benzer biçimde, kimlik karmaşası yaşayan gençler arkadaşlarının istekleri doğrultusunda hareket etmeye başlayabilirler. Bu görünümlerle birlikte yabancılaşma sürecinden korunmada, belirli bir gruba aidiyet, toplumsal değerlerle tanışma, bireyin ihtiyaç duyduğu ihtiyaçlarını karşılama belirleyici olabilmektedir. Bu noktada sosyal çevrenin taşımış olduğu özellikler ve bireyi kuşatabilme olanakları bağımlılık sürecinin gerçekleşip gerçekleşmemesinde etkileyicidir” diyerek sorunun genel anlamda değerlendirildiğinde bağımlılık ve bağımlılıkla bağlantılı sorunların psikoloji ve tıp bilimi tarafından ele alındığı, fakat sosyolojinin bağımlılık ve bağımlılığı oluşturan koşullar ve çözümü konusundaki yaklaşımı da dikkate alınması gerektiğini belirtiyor.
DİPSİZ BİR MUTSUZLUK YAŞANIYOR
Bağımlılık konusunu Bir Rüya İçin Ağıt filminden yola çıkarak ele alan Doç. Dr. Suat Kolukırık makalesinin sonuç bölümünde ise şunlara yer veriyor. “Bireylerin, temel varoluşsal çabası ve problemi olan kendini gerçekleştirme ve bir fark yaratma ya da kendi rengini ortaya koyma uğraşısı bazı durumlarda bir şeylere bağımlı olmayı da beraberinde getirebilmektedir. Düşünmelerine ve üretmelerine gerek kalmayan sistemler içinde bireyler, mevcudiyetlerini nasıl kanıtlayacaklarını bilememekte, dipsiz bir mutsuzluk yaşamaktadırlar. Bir şeylere bağımlılık ve bu bağımlılığın verdiği uyuşmuşluk, günümüz düşüncesinin kısır olmasına neden olan en büyük etkenler arasındadır. Bu sürekli eylemsizlik hali, insanları düşünce ve yaratıcılıktan alıkoymakta, gücü elinde bulunduranların, manipülasyonlarına karşı zayıf düşürebilmektedir. Zira özgür düşüncenin, çeşitli mekanizmalar sebebiyle “hissettirilmeden” engellendiği bir ortamda, etken konumda bulunanlar, edilgenlerin yerine her şeyi düşüneceklerdir. Bunun da dışında Baudrillard’ın “simulakrum” unda yer aldığı üzere yaşam, kopya olan herhangi bir şeyin kopyası olabilmektedir.
İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜNE YÖNELMİŞ EN BÜYÜK TEHDİT
İnsan-bağımlılık ve özgürlük ilişkisi bağlamında dikkati çekici nokta bireylerin girmiş oldukları girdabın farkına varamamalarıdır. Bununda ötesinde sosyal çevrenin ve özellikle ailenin konumu ve üstlendiği rol belirleyici faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Marrion’ın Harry’e yönelttiği “Aileni çok seviyor musun? sorusuna verdiği “Galiba öyle” cevabı analizi ve eleştiriyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu çerçevede insanın kendini neden uyuşturmak istediği sorusu tartışılmaya devam edecek görünmektedir. Ancak bağımlılığın insan özgürlüğüne yönelmiş en büyük tehdit olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim filmin son karelerinde dört aktörün de cenin pozisyonunda bağımlısı oldukları eşyalara sarılmaları onların çaresizliğini gösterme bağlamında önemlidir.
Son söz olarak, günümüzde iletişim ve hizmetler sektörü modern toplumun en önemli iki öğesini oluşturmaktadır. Artık çoğu kavram iletişim aygıtları ve televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir sorunu derinlemesine düşünemeyebilmektedir. İletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları, kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp “bağımsız bir kendilik” haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir, her şeyin farkındadır fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Diğer bir tanımla bireyin yaşadığı evren, aslında simülasyon evrenini oluşturmaktadır. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır. Baudrillard’ın simulakrum’u Requiem For A Dream –Bir Rüya İçin Ağıt- ile birlikte adeta vücuda gelmiş, canlanmış ve görüntülerin ötesine geçmiştir.”
Bonzai isimli sentetik uyuşturucunun yaygınlaşması ile birlikte bağımlılık konusu Türkiye gündeminde önemli yer teşkil etmeye başladı. Isparta’da geçtiğimiz aylarda il merkezinde bir kişinin sentetik uyuşturucu aldıktan sonra aracında hayatını kaybetmesinin ardından Büyükkabaca Kasabasında da bir kişinin uyuşturucu nedeniyle hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Doç. Dr. Suat Kolukırık’ın kaleme aldığı Genç Kimliği Ve Madde Bağımlılığı başlıklı makalesinde “Genel anlamda değerlendirildiğinde bağımlılık ve bağımlılıkla bağlantılı sorunların psikoloji ve tıp bilimi tarafından ele alındığı görülmektedir. Bu yaklaşım kabul edilebilir olmakla birlikte sosyolojinin bağımlılık ve bağımlılığı oluşturan koşullar ve çözümü konusundaki yaklaşımı da dikkate alınması gereken bir noktadır” diyerek bağımlılığın toplumsal temellerine işaret ediyor.
TOPLUMSAL BİR SORUN
SDÜ Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç Dr. Suat Kolukırık bağımlılık konusunu ele aldığı makalesinde “Gençlik dönemi, kimliğin şekillenmeye başladığı ve yoğun olarak gencin “kendini tanıma” ve kim olduğu üzerine düşündüğü bir dönemdir. Bu dönemde aile, toplumsal ortam ve çevreyle kurulan ilişkiler önemli rol oynar. Özellikle kurulan ilişkilerin niteliği, iletişim biçimi ve hedeflenen amaçlar genç kimliğinin oluşmasına katkıda bulunur. Yaşanan bu süreç içerisinde bağımlılık bir ‘değer” ya da ‘çaresizlik’ sonucu genç kimliği üzerinde kendini hissettirebilir” diyerek uyuşturucu kullanımının sosyolojik bir değerlendirmesini yapıyor.
İLK GENÇLİKTE YAŞANAN BUNALIM
Makalenin giriş bölümünde bağımlılığın nasıl başladığı ve nelerin etken olduğu şöyle ele alınıyor. “Bağımlılık, bireyle nesnesi arasında kurulan ve bir süre sonra bireyin özerkliğini ve özgürlüğünü ortadan kaldıran süreç olarak tanımlanabilir. Diğer bir ifadeyle bağımlılık ya da madde kullanımı, bireyin kendisini köleleştirdiği ve tek tipleştiği durum olarak da düşünülebilir. Bağımlılık durumunda bir maddenin yaşamı ve sağlığı olumsuz etkilemesine karşın kullanımının devamı ve madde alma isteğinin durdurulamaması söz konusudur. Bağımlılığın terk edilmesi durumunda bile, bazı anlarda geçmişi arzulama hali yaşanabilmektedir. Bağımlılık her yaşta karşılaşılabilecek bir olgu olmasına rağmen, yoğun olarak gençlik sürecinde karşılaşılan bir özellik taşımaktadır. Zira gençlik dönemi psikososyal kimliğin kazanıldığı önemli bir yaş aralığıdır. Yaşanılan sosyal çevre karşısındaki her türlü yeni uyum süreci, farklı kargaşa ortamlarının doğmasına yol açabilir. Kimlik karmaşası yaşayan genç ailesinin ve toplumun onaylamadığı rolleri sergileyebilir. Genç açısından yeni süreçteki belirsizlik hali, kararlı olamama ve bir kez deneme girişimi bağımlılığın da başlangıcını oluşturabilmektedir.”
SOSYAL ÇEVRE ÖNEMLİ
Madde bağımlılığının etkili olduğu gençlik döneminde sosyal çevrenin önem taşıdığına dikkat çeken Kolukırık “Bağımlılık sürecinde genç bazı durumlarda içine kapanabilmekte ve yüzeysel ilişkiler kurarak insanlardan kaçabilmektedir. Dikkat toplayamama, çalışma yeteneğini yitirme ve hedeflerden uzaklaşma bunlardan birkaçıdır. Genç açısından yakın insan ilişkilerinden kaçınma ve benliklerini yitiriyormuş duygusuna kapılma önemli belirtiler olarak sıralanabilir. Benzer biçimde, kimlik karmaşası yaşayan gençler arkadaşlarının istekleri doğrultusunda hareket etmeye başlayabilirler. Bu görünümlerle birlikte yabancılaşma sürecinden korunmada, belirli bir gruba aidiyet, toplumsal değerlerle tanışma, bireyin ihtiyaç duyduğu ihtiyaçlarını karşılama belirleyici olabilmektedir. Bu noktada sosyal çevrenin taşımış olduğu özellikler ve bireyi kuşatabilme olanakları bağımlılık sürecinin gerçekleşip gerçekleşmemesinde etkileyicidir” diyerek sorunun genel anlamda değerlendirildiğinde bağımlılık ve bağımlılıkla bağlantılı sorunların psikoloji ve tıp bilimi tarafından ele alındığı, fakat sosyolojinin bağımlılık ve bağımlılığı oluşturan koşullar ve çözümü konusundaki yaklaşımı da dikkate alınması gerektiğini belirtiyor.
DİPSİZ BİR MUTSUZLUK YAŞANIYOR
Bağımlılık konusunu Bir Rüya İçin Ağıt filminden yola çıkarak ele alan Doç. Dr. Suat Kolukırık makalesinin sonuç bölümünde ise şunlara yer veriyor. “Bireylerin, temel varoluşsal çabası ve problemi olan kendini gerçekleştirme ve bir fark yaratma ya da kendi rengini ortaya koyma uğraşısı bazı durumlarda bir şeylere bağımlı olmayı da beraberinde getirebilmektedir. Düşünmelerine ve üretmelerine gerek kalmayan sistemler içinde bireyler, mevcudiyetlerini nasıl kanıtlayacaklarını bilememekte, dipsiz bir mutsuzluk yaşamaktadırlar. Bir şeylere bağımlılık ve bu bağımlılığın verdiği uyuşmuşluk, günümüz düşüncesinin kısır olmasına neden olan en büyük etkenler arasındadır. Bu sürekli eylemsizlik hali, insanları düşünce ve yaratıcılıktan alıkoymakta, gücü elinde bulunduranların, manipülasyonlarına karşı zayıf düşürebilmektedir. Zira özgür düşüncenin, çeşitli mekanizmalar sebebiyle “hissettirilmeden” engellendiği bir ortamda, etken konumda bulunanlar, edilgenlerin yerine her şeyi düşüneceklerdir. Bunun da dışında Baudrillard’ın “simulakrum” unda yer aldığı üzere yaşam, kopya olan herhangi bir şeyin kopyası olabilmektedir.
İNSAN ÖZGÜRLÜĞÜNE YÖNELMİŞ EN BÜYÜK TEHDİT
İnsan-bağımlılık ve özgürlük ilişkisi bağlamında dikkati çekici nokta bireylerin girmiş oldukları girdabın farkına varamamalarıdır. Bununda ötesinde sosyal çevrenin ve özellikle ailenin konumu ve üstlendiği rol belirleyici faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Marrion’ın Harry’e yönelttiği “Aileni çok seviyor musun? sorusuna verdiği “Galiba öyle” cevabı analizi ve eleştiriyi kaçınılmaz kılmaktadır. Bu çerçevede insanın kendini neden uyuşturmak istediği sorusu tartışılmaya devam edecek görünmektedir. Ancak bağımlılığın insan özgürlüğüne yönelmiş en büyük tehdit olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim filmin son karelerinde dört aktörün de cenin pozisyonunda bağımlısı oldukları eşyalara sarılmaları onların çaresizliğini gösterme bağlamında önemlidir.
Son söz olarak, günümüzde iletişim ve hizmetler sektörü modern toplumun en önemli iki öğesini oluşturmaktadır. Artık çoğu kavram iletişim aygıtları ve televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir sorunu derinlemesine düşünemeyebilmektedir. İletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları, kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp “bağımsız bir kendilik” haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir, her şeyin farkındadır fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Diğer bir tanımla bireyin yaşadığı evren, aslında simülasyon evrenini oluşturmaktadır. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır. Baudrillard’ın simulakrum’u Requiem For A Dream –Bir Rüya İçin Ağıt- ile birlikte adeta vücuda gelmiş, canlanmış ve görüntülerin ötesine geçmiştir.”